Yazar: Aylin Sayın Gönenç
İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nin Ulusal Yarışma seçkisi Türk sinemasının son dönem eğilimini anlamak adına ilginç bir tesadüfü barındırıyordu. Kadınların hem yönetmen hem oyuncu olarak (sadece perdede değil, ödül töreninde de) sahneye çıktığı bu seçkide, hayvan temsilleriyle taşrada geçen filmlerin çoğunlukta olduğu söylenebilir. Örneğin, seçkinin öne çıkan yapımlarından Suna (Çiğdem Sezgin), yoksul bir kadının sığındığı aile kurumunu analiz ediyordu. Eşitsizlikle kurulan, bu eşitsizliği yok etmek yerine yeniden üreten evliliğin erkek egemen yapısını, kadını merkeze alarak sınıfsal bir eksende ele alıyordu.
Kadına doğru bu sapmada diğer bir film ise Kar ve Ayı. Canneslı oyuncumuz Merve Dizdar’ın kasabaya gelen savcı, mühendis, doktor,… anlatılarını ters köşe yaparak kentli bir hemşire olarak karşımıza çıktığı film, kadın yönetmen Selcen Ergun’un da ilk filmi. Kar ve Ayı, kentli aydın olarak temsil edileceğini sandığımız hemşire karakterini filmin ilk sahnelerinde bir suça iştirak ettirerek ilginç bir yönelime giriyor; dışarıdan gelen bir aydının taşraya haddini bildirme retoriğini un ufak ediyor. Karla kaplı bir köyde köylünün ayılarla mücadelesiyle bir şekilde yolu kesişen Aslı Hemşire, köyün delisinin (aslında akıllısının) de vurguladığı gibi suçu sadece dışarıda arayan; özdüşünümsel olmayan yanıyla yüzleşir.
Kar ve Ayı’nın, ayıların dağlardaki binlerce yıldır varlığı ile hem ekolojik hem de insandan uzaklaşıp doğaya yaklaşmaya dair bir tecrübeyi hissettirmesiyle ortaklaştığı Karanlık Gece (Özcan Alper) ile devam edelim. Özcan Alper ve Emin Alper’in son filmlerindeki benzerlikler çokça yazıldı. İlk sahnelerinden, hikayelerine kadar benzerlikleri olsa da bu filmlerdeki temel fark, seyircinin vicdanı ile ittifakı nasıl kurdukları ya da Karanlık Gece’nin faili anlatma tercihiyle bundan nasıl kaçındığıydı. Bu anlamda Kurak Günler (Emin Alper) seçim öncesi ve sonrası haleti ruhiyeye cuk otururken Karanlık Gece seyircinin daha zor hazmedebileceği, geniş zamanlara yayılan bir film. Bu anlamda da suçu ve linç kültürünü daha evrensel bir söyleme çekerek Kurak Günler’den iki adım öne çıkıyor.
Seyircinin hazmını zorlaştıran diğer bir film ise, Karanlık Gece gibi festivalden üç ödülle; SİYAD dahil en iyi film ödülleriyle dönen Kör Noktada. Ayşe Polat’ın yönetmenliğini yaptığı film, acıyı kör noktada bırakarak; temsil etmeyi reddederek anlatmak gibi etik bir kararla yola çıkıyor. Belgesel, kurmaca, fotoğraf ve farklı sanat dallarında da (hatta festivalin seçkisinde aynı meselenin çok farklı bir yerden; öznel bir yerden ele alındığı Bir Kar Tanesinin Ömrü’nde (Kazım Öz) ele alınan faili meçhul cinayetlere dair yeni sorular sorarak anlam aralığını olabildiğine genişletiyor.
Annesinin 26 yıl önce kaybettiği ve anısına her gün çorba pişirip mahalleye dağıttığı bir oğlun acısını anlatmak üzere yola çıkan belgeselin kamerasını (filmin ilk bölümünde gördüğümüz Alman belgesel ekibinin kamerası) kurmacanın kamerasıyla ve bizi her yerde gözetleyen kameralarla karşılaştıran Ayşe Polat, seyircinin filmden çıkardığı anlamları tek bir cinayetle sınırlamadan; -sadece hikayesiyle değil teknik tercihleriyle de- yapıya içkin bir büyük resme doğru genişletiyor. Faili meçhul cinayetleri, kameranın bakan ve acıyan bir göz olarak kalmayı tercih edebileceği bir yere -konfor alanına- sabitlemeden anlatarak zor bir işi hakkıyla yapıyor.
Farklı gözlerin; kameraların çoğul anlamlar ürettiği filmde kurgu da klasik sinemanın doğrusal film hattının kırılmasıyla etik bir tercih. Polat, seyircinin “onlar kötü, biz iyi” kaçışını; masumiyet karinesine kendini çabucak yerleştiriveren algısını failin bakışını da devreye sokarak yeniden üretmekten kaçınıyor. Faili meçhul yaratan bir sistemin faili de dönüp dolaşıp vurarak yaratacağı krizin filmdeki mağduru olan Jitemci Zafer’in kızı Melek’in gördüğü gözler de gayet materyalist bir yerden hayaletvari bir metafora dönüşerek perdeye düşüyor.
Hayvan temsilleri ortaklaşmasına geri dönersek eğer, Bars’ta (Orçun Köksal) Anadolu leoparlarının peşine düşmek için yola çıkan iki genç adamın, nesli tükendiği düşünülen bu hayvanı arayışları kültürel bir arayışa dönüşür. Filmin, Türkiye’deki çok kültürlülüğü idealize eden bakışının aksine ideal olanı ihlal eden ve taşrada hikâyesini arayan diğer yönetmenlerin birçoğunun tercihine yüz vermeyen Ayna Ayna (Belmin Söylemez) ile devam edebiliriz.
Ayna Ayna seçkide defalarca izlediğimiz taşra filmlerinin aksine kentli bir film. İstanbul bir kent olarak üç kadın karakterine kendilerini bulması ve Baudelaire gibi halelerini çamura düşürmelerine izin vermesi için orada. Kent manzarasını idealleştirmeyen (Yeşilçam’da görmeye alışık olduğumuz boğaz manzaralı İstanbul tercihinden uzak duran) film, kenti yoksulluğuyla, kadına karşı yer yer düşmanca olan tavrıyla, özneye dönüştürmeye dair potansiyeliyle; Kadıköy, Feriköy, Cihangir’in arka sokaklarıyla, kentin endüstriyel mirasıyla perdeye getiriyor.
Belmin Söylemez, ilk filminde kahve falının etrafında topladığı, benzer dertlerden muzdarip kadınlarını bu sefer de tiyatro sahnesinde bir araya getiriyor.
Osmanlı dizisinde oynayarak annesinin hayalini gerçekleştirmek isteyen Aylin ve Frida Kahlo’yu sahnelemek isteyen Frida’nın yolları oyunculuk dersi veren Lale’nin atölyesinde kesişir. Üç kadın da filmin sonunda soyluluklarından kurtularak kendileri gibi olma yoluna girer; yaşama dahil olurlar: Aylin, oyunculuğun en alt basamaklarından birinden başlar, Frida, en uygun zamanı beklemeyi bırakıp eyleme geçer ve pazarcılık yaptığı yerde sahneler Frida oyununu. Lale ise popüler olana burun kıvıran, mükemmeli, soylu olanı isteyen tavrından vazgeçerek yeniden sahneye döner. Sanatın, bu film özelinde tiyatronun, kendisini dev aynasında görme idealini silkeleyerek karakterlerini oyunun ve yaşamın içine çeken film, seçkinin en iyi ve en farklılarından biriydi.
Son noktayı koymadan önce festivalin Vecdi Sayar gibi bir usta öncülüğünde yapılıyor olduğunu görmek heyecan verici. Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin desteğini devam ettirmesiyle kısa zamanda adı anılan bir festivale dönüşeceği ve kurumsallaşabileceğini öngörebiliriz. Bu iki önemli sacayağının ihtiyaç duyduğu tek şey her yıl festival zamanını bekleyecek olan seyircisi gibi görünüyor.